
DÜNYA KÜLTÜR MİRASI
DİVRİĞİ KÜLLİYESİ
Anadolu’nun eski kentlerinden Divriği’nin tarihi, son bulgular ışığında Urartulara (MÖ.9.-7. yy’lar) inmektedir. Kanyonlarla parçalanmış genç dağlar arasındaki bu yöreye, Urartular’dan 2 bin yıl sonra Arap coğrafyacılar, Fırat’ın kaynağı anlamında el-Abrik (:Suyun- Fırat’ın- kaynağı) adını vermişler. Roma kaynaklarındaki adının Nicopolis olduğu ileri sürülmüşse de eski haritalar, Nicopolis’i, daha kuzeydoğuda gösteriyor. Kent, 9. ve 10. yüzyıllarda Bizans’ın doğu sınırında önemli bir garnizonken, el-Abrik’ten bozma adıyla Tephrike adıyla anılıyordu. Uygarlık dünyasında bayındır bir yerleşim “mamure” olarak yer alışı,1080’e doğru Mengücek Gazi’nin fethedişinden sonra, Anadolu’daki ilk Türk beyliklerinden Mengücekoğulları’nın bir koluna merkezlik ettiği dönemdedir.
Erzincan, Kemah ve Şebinkarahisar’ı da egemenlik alanlarında tutan Mengücek hanedanının Divriği çevresindeki kolu, Mengücek Gazi’nin oğlu İshak’tan sonraki paylaşımda I. Süleyman’la 1150’lerde başlamış; “şah” ve ”melik” sanını taşıyan, babadan oğula 6 beyle temsil edilmiş, 1270’lerde kapanmıştır. Soy atası Mengücek Gazi ile oğlu İshak’ın Anadolu gazalarına katılmalarına; ardıllarından Erzincan melikleri Behram Şah’la oğlu Alaeddin Davud’un siyasi, askeri faaliyetlerine karşılık; Divriği Mengücek melikleri İshak oğlu I. Süleyman’la ardılları Şahin Şah, II. Süleyman, Ahmed Şah ve Melik Salih’in, kapalı Divriği havzasıyla yetindikleri, dönemin olaylarını veren kaynaklarda adlarının geçmeyişiyle açıklanabilir. Varlıkları, adları ve yaklaşık beylik evreleri, yaptırdıkları eserlerin yazıtlardan öğreniliyor.
Yerel olanaklarından, demir cevheri üretiminden sağladıkları serveti, küçük ülkelerinin bayındırlığına harcayan Divriği beylerinin sonuncusu, Ahmed Şah’ın oğlu Melik Müeyyed Salih’tir. 1270’lerde eceliyle ölümü ya da en geç, Abaka Han’ın 1277’deki baskınında öldürülmesi ardından kent, daha bir yüzyılı da Asya soylusu Mengüceklerin “Sitti” ve “Tâcülmülk” sanını taşıyan saygın kadınlarının onursal koruyuculuğunda geçirmişti.
Divriği’nin, uzun tarihinde yegane kalkınışı, hatta parlayışı,1150’lerden 1250’lere değin yüzyıl boyunca Mengücekoğulları egemenliğinde yaşadığı doğrudur. Tarihsel kimliğinin en belirgin öğeleri olan kale, iki büyük cami, darüşşifa, kümbetler, dârüşşifa, bedesten, köprüler, su tesisi ve hamamlar, çevredeki kervansaraylar bu yüzyılda inşa edilmiştir. Selçuklu kentleri Konya, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Sivas’a oranla küçük, anayolların da uzağında kalan Divriği; çağın kültür ve sanat düzeyini yansıtma yarışında adı geçen kentlerden geri kalmayışını, dahası Anadolu Türk uygarlığının baş eserine sahip oluşunu Mengücek beylerine borçludur.
Mengücek egemenliğinin sönüşü ardından Divriği ve çevresinde; 14. yüzyılda daha yerel bir hanedan olan Şuhrîlerin;15. yüzyılda Mısır Memlûk Sultanlığının; 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı almasından sonra da Osmanlı Devletinin egemenliği vardır. Bu son evrede Divriği; Gürün, Darende ve Ayvalı kazalarını kapsayan bir sancakbeyliği olarak olarak örgütlenen Divriği, Sivas Vilayetine bağlanır ve bu konumunu 19. yy ortalarına değin korur.
Tanzimat dönemindeki mahalli idareler örgütlenirken 1843 tarihinde Sivas’a bağlı, -Anadolu’nun ilk kaymakamlık merkezlerinden olur.
Günümüzde tarihsel dokusu somut-soyut birikimleriyle Türkiye’nin ve dünyanın özgün mimarlık- sanat birikimlerine sahip, eşsiz doğasıyla da ilgi çeken bir kültür odağıdır.