
MENGÜCEK PAYİTAHTI DİVRİĞİ
NECDET SAKAOĞLU
Mengücekoğulları’nın kısa tarihi
Anadolu’daki Türk aydınlanmasının doruk evresi Selçuklu sultanları İzzeddin Keykâvus (1212- 1220 ile kardeşi Alâeddin Keykubad (1220- 1237) saltanatlarında yaşanmıştı. Bu olağanüstü dönemin bayındırlık, gönenç atılımlarının tanıkları, Erzurum, Divriği, Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri, Niğde, Karaman, Konya, Aksaray, Beyşehir, Alanya ve başka kentleri donatan kaleler, camiler, sağlık yurtları, kümbetler, kervansaraylardır.
Çoğunu kimlerin yaptırdığı bilinse de “Alâeddin Keykubad zamanından kalma” deyimi hepsi için geçerli bir halk tanımlamasıdır. Bu yakıştırma, Anadolu’da tarihsel Türk bayındırlığının Keykubadlı yıllarda yaşandığı anlamındadır. O çağdaki sanat – mimarlık anlayış ve arayışının başyapıtını Divriği’de yücelten Mengücek bireylerinin de Keykubad’la çağdaş oluşu da ilginç bir rastlantıdır.
Mengücekoğulları; Danişmendli, Saltuklu, Artuklu beylikleri gibi Orta Asya kökenli, Selçuklu Sultanlığına bağlı ilk Türk-Müslüman hanedanlardandı. Siyasal varlıklarının 11.Yüzyılın sonlarından 13. Yüzyıl ortalarına kadar sürekliliğine karşın tarih sayfalarında tutabildikleri egemenlik dönemi ve siyasal varlık, bıraktıkları eserlerle kıyaslanamayacak kadar boyutsuzdur. Yukarı Fırat havzasındaki yurtlarının Erzincan, Şebinkarahisar, Kemah, Divriği sınırlarını aşmadığını izlerinin ve anılarının bu yöredeki yoğunluğu gösteriyor. 1170’e doğru Erzincan ve Divriği kollarına ayrılan aileden, adları öne çıkan “şah” ve “melik” sanlı egemenler sayılıdır.
Çağdaş kaynaklarda ve yazıtlarda “Âl-i Mengücek” (Mengücekoğulları) adıyla anılan hanedanın ve kollarının Yukarı Fırat/ Karasu havzasında, 11.yy sonlarında başlayan siyasal tarihleri, en geç 13. yy ikinci yarısında kapanmıştı. Anadolu Türk uygarlığına kazandırdıkları sanatsal- kültürel eserlerin günümüze ulaşanlarının en görkemlileri Divriği’de, diğer birkaçı da Kemah ve Kırşehri’nde görülebiliyor.
Dış dünyaya kapalı dar bir coğrafyada yaklaşık iki yüzyıl tutunan Divriği Mengücekoğulları’nın şaşırtıcı gizemi, evrensel uygarlığa bıraktıkları anıt eserlere karşın siyasal tarih sayfalarındaki yitikliktir. Tarihin bu sürprizinin ikinci bir örneği de yoktur. Bu nedenle onların, Divriği’de yücelttikleri şaheserlere hayranlık duyanların: “-Mengücekler kimdi?..” sorusuna tatmin edici bir yanıt bulmaları gerçekten zordur.
Kurucu ata Emir Mengücek Gazi’nin, Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın komutanları arasında Malazgirt Muharebesine (1071) katıldığı konusunda kaynaklar yeterince açık değilse de muharebeden sonra Yukarı Fırat Havzasının kendisine yurt verilmesi bunu doğruluyor.
Türbesi Kemah’ta olan Mengücek Gazi’den (öl. 1118?) sonra oğlu Emir İshak’ın, bölgesel çatışmalara katıldığını kronikler haber veriyor. Bu baba oğlun karıştırılan yaşamlarının yarı destansı bir anlatı çağrıştırır. Kaynaklardan, İshak’ın ölümünden (1142?) sonra oğullarının bir paylaşım gerçekleştirdikleri; Davud’un (öl. 1151) Erzincan ve Kemah’ta, Süleyman’ın Divriği’de, Selçuklu sultanlarının buyruğu altında kendi küçük hükümetlerini kurdukları öğreniliyor.
Erzincan, Kemah, Köğonya (Şebinkarahisar) topraklarına egemen Davud’un oğlu Melik Gazi Fahreddin Behramşah (1162- 1225), Mengücekoğulları’nın en ünlüsüdür. 60 yılı aşkın melikliğinin parlak evrelerinde -ülkesinin küçüklüğüne karşın-, Ortadoğu Türk – İslâm dünyasının ulu ve saygın bir hükümdarı görünebilmeyi başarmıştır. Behram’ın bu şansı yakalamasında, Selçuklu sultanı II. Kılıç Arslan’a (1155- 1192) damat oluşunun; adı geçen sultanın torunu Sultan İzzettin Keykâvus’u (1211- 1220) damat edinişinin katkıları vardı kuşkusuz. Çağdaş egemenler arasında ondan daha uzun süre meliklik eden de yoktur.
Genceli Nizamî’nin kendisine ithaf ettiği Mahzen-i Esrar adlı Farsça manzum yapıtında Behram Şah: “Altı bucağın, yedi feleğin padişahı, dokuz dairenin merkezi, şahların başbuğu, sonsuz bilgisiyle cihanın en ünlüsü, savaş günlerinin kahramanı, insanlık mayasının şerefi, dünya gözünün ışığı, sultanların sığınağı, şahlara taç veren, sultanları tahta oturtan” hükümdar olarak tanıtılıyor! Belh’ten Anadolu’ya göçen Mevlâna ailesinin çaldıkları ilk kapı da Behram’ın Erzincan’daki sarayı olmuş; Bahaüddin Veled ve ailesi bir süre Erzincan Akşehri’nde oturmuşlar.
Behram Şah’ın ölümünden sonra bir bölüşüm daha yaşanmışsa da oğulları Melik Alâeddin (II.) Davud Şah’ın (1225- 1228), Kemah ve Erzincan’da, Melik Muzafferüddin Mehmed’in (1225- 1228) Köğonya’da egemenlikleri uzun sürmemiş; Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad bu ikisini topraklarını ilhak ederek bu iki meliki sürgüne göndermiş. Davud Şah kalan yaşamını Ilgın’da, Muzafferüddün Mehmed Kırşehri’de geçirmişler. Kırşehir’de türbe ve medrese yaptıran Muzafferüddin; bir kızını, Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’le (1237- 1246) evlendirmiş.
Behram Şah’ın kızlarından biri Sultan İzedddin Keykâvus’la, diğeri Erzurum Meliki Tuğrul ile evlenirkek üçüncüsü Melike Turan Melek, Divriği’de yaptırdığı, kendi adıyla babasının anlı şanlı kimliğini somutlaştıran, kuzeni Ahmed Şah’ın camiine bitişik darüşşifasıyla karşımıza çıkıyor.
Divriği’deki bu ortak Mengücek eseri, günümüzde, dünyanın ve Ortadoğu’nun en görkemli mimarlık ve yontu anıtları arasında ilk sıradadır ve Anadolu’nun aydınlanma çağını simgeler. Bu başyapıtın benzerini veya daha sanatlısını, Anadolu sultanları Keykâvusların, Keykubadların, Konya’da Kayseri’de Sivas’ta yaptıramayışları; bu ayrıcalığı, egemenlik alanı Divriği kentiyle çevresinden ibaret bir Mengücek “meliki” ile ona ortaklık eden kuzeni bir “melike”ye bırakışları için tarihin olağandışılığı demek uygun düşüyor.
Mengüceklerden Sonra
Divriği’de, 14. yüzyılda daha yerel bir hanedan olan Şuhrîlerin;15. yüzyılda Mısır Memlûk Sultanlığının; Yavuz Sultan Selim’in sevk ettiği güçlerin bölgeyi almasından (1516) sonra da Osmanlı Devletinin egemenliği var. Bu son evrede Sivas Vilayeti’nin Gürün, Darende ve Ayvalı kazalarını kapsayan bir sancakbeyliği merkezi olarak örgütlenen Divriği, bu konumunu 19. yy ortalarına değin korur.
Tanzimat dönemindeki mahalli idareler örgütlenmesinde yine Sivas’a bağlı kaymakamlık merkezi; Cumhuriyet döneminde de tarihsel dokusu ve kültürel birikimiyle Türkiye’nin küçük ama önde gelen kültür kentlerinden olagelmiştir Divriği.
Kent, diğer Türk-İslam kentlerine koşut Kale – Şehir- Bağlar düzenindeki yaşamını 800 yıl sürdürdükten sonra, 20. Yüzyılın ortalarına doğru dünyada ve Türkiye’de yaşanan hızlı değişim sürecinden etkilense de yaşama geleneklerini özellikle yüzlerce yıl öncesine dayanan sivil mimari geleneklerini koruyabilmiştir. Buna karşılık Türk Beylikleri – Selçuklu Devleti dünyasının bu kapalı havzasından günümüze ulaşan kitabî ve şifahi bilgiler yetersizdir.