
MENGÜCEK PAYİTAHTI DİVRİĞİ
NECDET SAKAOĞLU
Başlıca Tarih Eserleri
Mengücek Kalesi
Mimarlık tarihi, kaleler için diğer yapıtlarından farklı bir yazgıyı, sayısız örnekle kanıtlıyor: Geçmiş zamanların bütün savunma yapıları, yani kaleler, surlar, istihkâmlar… Yıkıcı güçlere karşı inşa edilmişti. Yani onlar, yıkım hedefi, yazgıları yıkılmak olan yapılardı! Kuşatmalar dönemi kapandıktan sonraysa bu tahrip ve tarih yorgunu yapılar, sahipsiz taş ocakları, define alanları oldu.
Yazgının bu ikinci evresi, 19. yüzyılda, daha acımasız bir yok etme kampanyasına dönüştü: Anlı şanlı vezir valiler, kale taşlarından vilayet konakları, mektepler, hastaneler, köprüler yaptırma yarışı başlattılar. Bu kampanyaya demiryolu yapıcıları, taş üst temel üzerine ahşap evler konaklar konduran kentliler de katıldılar. Sivas’taki görkemli hükümet konağını Vali Halil Rıfat Paşanın (1882- 1885) kayalardan taş kestirip yaptırdığı sanmamalı. Moğol tehlikesine karşı Keykâvus- Keykubad kardeşlerin inşa ettirdiği kent surlarının bir bölümünü söktürmüştü!
Türkiye’de hem yönetimlerin, hem sanat çevrelerinin 20. Yüzyılın ilk yarısında bile, Anadolu’daki harap kalelere, mimarlık ve sanat tarihi açısından tescile değer eserler gözüyle bakmadıklarını; doğal çöküşlere koşut, taş ocağı gibi kullanma alışkanlığının daha uzun yıllar sürdüğünü de hatırlatalım.
Şu halde, bir zamanlar saldırılara karşı kent güvenliğinin siperi olan surlar, iç kaleler, hisarlar; yetmedi, antik kentler, kervansaraylar, hanlar hamamlar, hatta saraylar, gün gelmiş birer taş ocağı olmuş. Bugün görebildiklerimiz, uzun ve insafsız bir yıkım sürecinden artakalan harabelerdir. Hepten yok edilenleri seyahatnamelerden, anılardan ve gravürlerinden tanıyoruz.
Divriği kalesi Fırat’ın kollarından Çaltı suyunun güney yakasındaki uçuruma inşa edilmiş. Karşı yakadaki yalçın tepedeki şato esintili Kestogan Kalesinde Urartu izleri ve Bizans surları var. Çağlar boyu birbirine bakan bu iki kale için uydurulmuş bir de “aşk” içerikli halk efsanesi anlatılır. İki kale de bugün hüzünlü birer harabe görüntüsündedir.
12. ve 13. yüzyıllarda inşa edilen Divriği, Kemah, Harput, Eğil, Şebinkarahisar, Niksar kalelerinin, aynı dönemde İngiltere’de örnekleri görülen Norman üslubu kalelere benzeyişlerini açıklamak zor. 1830’larda Divriği’ye uğrayan İngiliz Ainsworth bu benzerliğe değinmeyerek “Surlar iki sıralı, Sarasenic (Arap-İslam) karakterinde, batı Asya’da görülen bu tarz kalelerin en mükemmellerindendir” diyor. (1) 1890’larda gelen W. Yorke ise “Tepedeki ilk duvarları, Paulikianların inşa ettiği” tahmininde bulunmuş. (2)
Mengücek Kalesi, Divriği’deki muhteşem Ahmed Şah-Melike Turan Melek külliyesini görmeye gelen yerli yabancı her yabancının dikkatini çekmiştir çekecektir.
Tepedeki cami, sanat tarihi kitaplarındaki adıyla, Kale veya Hisar Camii, bir tapınak temeline oturmuştur. Önünde, bir temenosun izleri, taşa oyulmuş kurban çukuru; kalenin çevresinde ve altında da doğal- oyma mağaralar vardır. Burayı bir tutunma noktası ve kutsal tepe seçen ilk sakinler, belki de taş çağı insanlarıydı. Bu zaman derinliği tamamen karanlıktır.
Emevi ve Abbasi ordularına karşı burada ilk kaleyi 8. 9. yüzyıllarda Bizans ustaları yapmış olmalılar. Burayı bir üssü’l-hareke edinerek Bizans ordularına kök söktüren cengâver dualist Paulicienlerin izleri nelerdir? Sorusuna bu alanda çalışmış bir uzman yanıt verebilir.
Kale, Mengücekoğulları’nın şah ve melik unvanlı egemenleri tarafından 1151- 1252 yüzyılında, üç inşaat kampanyasında tamamlanmış, Anadolu’nun özgün Türk kalelerindendir. Ana surları, yapıldığı 1230’lardan günümüze kadar, bir kapısının örülüp kapatılması dışında tadilat ve onarım görmemiş, kuşatma, yıkma olayları yaşamamış; buna karşılık doğanın ve insanoğlunun tahribine uğramış. Yaptıranlar, biricik ülkeleri ve payitahtları Divriği’den ibaret olan Mengücek melikleri Süleyman Şah, Şahin Şah, Ahmed Şah, Salih; tasarımcısı, kale ve şehir surları yapımı kampanyası başlatan Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad, ustaları da Ulucami’yi yapan mimarlar olarak tahmin edilebilir.
Caminin batı eteğindeki sur parçaları da aynı sırada yapılan ilk hisarın izleridir.
Burada daha geniş ve korunaklı bir kale yapma girişimi, Cengiz Han’ın 1220’lerde İran ve Azerbaycan’dan sonra Anadolu’yu da tehdit etmesiyle açıklanabilir. Bu tehdide ve Celâleddin Harezmşah’ın saldırısına karşı, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad (1219- 1237) Konya’dan, Doğu sınırına kadar önemli kentleri surlar yaptırarak korumaya aldırırken Divriği gibi ikincil ve ara kentlerde de yerel egemenleri kale – sur yapımlarına teşvik etmişti.Divriği Kalesi bu kampanyanın bir eseridir.
O sırada Ahlatlı, Meragalı,Tiflisli sanatkârlara ünlü külliyesini yaptıran Mengücek meliki Ahmed Şah (1228?- 1252?) da bu kampanyaya katılır. Olasılıkla aynı ustalara, dostu Sultan Keykubad’ın önerisi ve desteği doğrultusunda yeni kaleyi inşa ettirir. Bu imar sever melik, o günün âdetlerince surlara koruyucu öğeler olarak kabartma hayvan figürleri; kente açılan kapıların alınlıklarına da “âlim ve âdil melik ebu’l-muzaffer Ahmed Şah bin Süleyman Şah” adını içeren, biri Hicrî 634 (1237) diğeri 650 (1242) tarihli iki yazıt koydurtmuştur.
Oğlu ve ardılı Melik Müeyyed Sâlih (1252?-1277?) surların doğu kanadını yaptırırken melikliğinin şanından olmak üzere görkemli seyir kulesi ahmedeki yaptırtarak taraça konsollarına aslan kaplan yontularını ve Arapça “Mengücekoğullarının tâcı, âlim ve âdil melik ebu’l-müeyyed Sâlih bin Ahmed Şah” künyesini içeren, 1Şaban 650 (7 Ekim 1252) tarihli yazıt taşını koydurtmuştur.
Ahmed Şah’ın yazıtları yakın zamanlarda sökülüp yok edilmişken Melik Salih’inki halen yerindedir. Selçuklu kalelerinde ahmedek ve yoğunburç adlarıyla karşımıza çıkan şeref/seyir burçları, bu kalede Arslanburç’tur ve türünün en görkemli, en özgün örneğidir. Bugün yapılmış gibi sağlamdır. Konsollarındaki bir çift hayvan heykeli kısmen kırılmış; kale bedenlerindeki hayvan kabartmalarından teki de bulunduğu yerde devrilmiş olarak yerlerindedir.
Baba- oğul Ahmed Şah ve Melik Salih, 15 yılda tamamlanan bu müstahkem kale sayesinde Divriği’deki egemenliklerinin kuşaktan kuşağa devam edeceğinden herhalde emindiler. Bir sarayları kalede, Arslanburç’un altındaydı. Bu sarayın kalıntıları denebilecek yıkılmış tonozlu iki mekânı ve yer altı geçidi olarak kullanılan bir mağara görülebiliyor. Mengücek şahlarının diğer sarayları varoşta; olasılıkla Bahçe Mahallesi denen yerdeydi. Ünlü cami ve darüşşifa, bedesten ve çarşı, medreseler, hamam ve çeşmeler, meliklerin haciplerin kümbetleri, kalenin eteğindeki düzlükteydi.
Kalenin yapılışından, Divriği’nin şenlenmesinden 25 yıl sonra 1277’de, kalabalık süvari ordusuyla Erzincan- Divriği kestirme yolundan Elbistan’a gitmekte olan Abaka Han, kaleden inip silahlı olarak huzuruna çıkmak küstahlığında (!) bulunan kişiyi –ki bu, ya Melik Salih ya ardılı adını bilmediğimiz son melikti.- idam ettirdiği gibi kalenin de yıkılmasını emretmiş. Ancak oyalanmayıp yoluna devam ettiğinden bu buyruğu yerine getirilmemiş.