
MENGÜCEK PAYİTAHTI DİVRİĞİ
NECDET SAKAOĞLU
Anadolu’nun tek ahmedeki: Arslanburç
Sultanlık, meliklik payitahtı Selçuklu dönemi kentlerinde, ahmedek ve yoğunburç adlarıyla anılan şeref ve seyir kulelerinin en muhteşem örneği, Divriği Mengücek kalesindeki Arslanburç’tur. İşlevine çok uygun hâkim bir noktaya inşa edilen bu anıt burçla, Diyarbakır surlarındaki Fahreddin Kılıçarslan burcu dışında, Anadolu kalelerinde üçüncü bir özgün ahmedek acaba var mıdır? Arslanburç, Selçuklu çağını simgeleyen yegâne ahmedektir. Bu açıda, son derece dikkatli çalışmalarla korumaya alınması gerekmektedir.
Arslanburç şeref kulesi, Müslüman sanatçıların yontu yapmaktan kaçındıkları savını bozar. Anadolu’da Hitit çağından itibaren, koruyucu örgeler olmak üzere saray kapılarına, tapınaklara aslan kaplan yontuları konulmuştur. Buradaki yontular aynı geleneğin Selçuklu çağında da devam ettiğini kanıtlıyor. Mengücek şahlarının, Arslanbuç’u ve surları, koruyucu örge ve yontularla donattıkları açık. Yazık ki bunlardan bir ayı ya da kaplan kabartması surun üstündeki yerinden sökülüp yatırılmış; Arslanburç’taki aslan yontuları da parçalanmaya çalışılmıştır. Kale bedenlerindeki diğer yontular arkeolojik kazılarda ortaya çıkabilir.
Burçtaki kitabeyi, zamanımızdan yüz yıl önce Halil Edhem Bey ve Van Berchem, alçıyla alınan estampajından okumuşlardır. Arapça yazıtın Türkçesi şudur: “Bu burcun yapılmasını, âlim ve âdil melik, devletin ve dinin keskin kılıcı, İslamın ve Müslümanların şereflisi, Mengücekoğulları’nın tâcı, Şahin Şah oğlu, Süleyman Şah oğlu, Ahmed Şâh’ın oğlu Melik Sâlih buyurdu. O, Halifenin yardımcısıdır. 1 Şaban 650 (7 Ekim 1252)”.
Mengücek Kalesinde zaman
1277’de Mengücekoğulları’nın kapanışından, Divriği’nin Osmanlı sınırlarına katıldığı 1516 yılına değin Divriği Kalesinde, yerli Şehrî ailesinden emirlerin; Bozdoğanoğulları /Akkoyunlu Türkmen hanedanının atası Tur Ali Bey ve oğlu Kutluğ Beğ’in, Kutluğ’un oğlu Kara Yülük Osman Bey’in (ö. 1403) tutunuşları, sığınışları söz konusu. İstiklâl arayışlarını burada başlatmışlar. 1380’de Divriği Kalesinde üslenen Kara Yülük Osman Bey, 1399’da buradan hareketle Karabel muharebesinde (1399) Sivas Sultanı Kadı Burhaneddin’i yenip öldürdükten sonra Divriği Kalesine dönmüş.
15. Yüzyılın ortalarına doğru Mısır Memlûk Sultanlarının kuzeydeki ileri karakolları Divriği kalesiydi. 1450’de naip (vali) atanan Ebu Bekr, Sultan Çakmak’ın, yürürlükten kaldırılan bir yasaya ilişkin fermanını, o zamanların âdetince girip çıkanlar okusunlar diye taşa yazdırıp kale kapısının yan burcuna yerleştirmişti. Yine bir Memlûk naibü’s-saltanası olan Mamay Bey, 1480’lerde Osmanlı, Safevi, Memlûk yönetimleri arasındaki istihbarat faaliyetlerini bu kaleden izlemeye çalışıyor, yakalattığı casusları da burada hapsediyordu.
Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine çıkmazdan önce, Memlûklerin ileri karakolları Kemah ve Divriği kalelerini birliklere zapt ettirmiş; Divriği Kalesinin fethi haberi padişaha 15 Şaban 921 (24 Eylül 1515)’te Edirne de ulaşmıştı. Kente ve kaleye yeni bir nizam verildi. Divriği sancak merkezi oldu. Kaleye dizdar, kethüda atandı; yerlikulu denen ocağa kayıtlı muhafız yeniçeriler görevlendirildi.
Kalenin Osmanlılara geçişinden elli yıl sonra 1565’te, yakın geleceğin ünlü Celâlî başbuğu olacak subaşı Karayazıcı Abdülhalim ve yandaşları bu kalede hapistiler.
1611’de Divriği Sancakbeyi ile kale dizdarı Nu’man’ın İstanbul’a ulaşan şikâyetlerinde sefere gitmeyip Celâli olan Recep’in avaneleriyle kaleye girip tahassün ettiği ve ahaliye salgun saldığı haberi vardı. Bundan iki yıl sonra, Yemen muhafazasından kaçıp Divriği’ye gelen ehl-i fesattan İlyas zorla kaleye girmiş; bir evi basıp ne var ne yok yağmalamıştı. 1615’te ise hisar erleri gece gündüz kaledeki muhafaza hizmetini ifa ederlerken İstanbul’dan gelip “Biz cebeci, topçu ve sipahiyiz, ulufemizi hazineye koyduk!” diyen zorbalar kale timarını gasp etmişlerdi”(4)
1649’da Divriği’yi ziyaret eden Evliya Çelebi, kasabanın “Celâlî ve Cemâlîlerin tasallutundan” kurtulamadığını; bu sebeple kalede yeterince asker ve cephane bulundurulduğunu yazar. Bayram günleri ateşlenen şâhi topların gümbürtüler kopartırmış. Evliyâ, burç ve baruları metin ve ranâ kalenin hiçbir şekilde, hatta lağım kazılarak dahi alınamayacağını; Çaltı’ya inen 2 bin kesme taş basamaklı, inişli çıkışlı suyolunu, yağmur suyu sarnıçlarını, buğday ambarları ve cephanelikleri, toprak damlı 300 kadar evi “Şeyh Beşir Efendi ziyaretgâhı”nı, batıya açılan demir kapıyı; aşağıda da bir cirit meydanının bulunduğunu açıklar.
Kalede yaşamanın, bir zamanlar “Kalede ev alınmaz meğerki miras kala!” dedirtecek bir ayrıcalık bir olduğu; kışı kaledeki asırlık evlerinde geçirenlerin, yazın bağ evlerine göçtükleri eski yaşlılarını anılarıydı. Bu özel konumu sarsan ilk olgu, 1830’a doğru, iç bölge kalelerinde dizdarlığın ve kale örgütlerinin kaldırılması olmuş. Önce, evleri kalede olan dizdar ve diğer görevliler taşınmışlar. Onları, birer ikişer diğer aileler izlemiş. Kimi aileliler daha bir iki kuşak, ata yadigârı evlerini terk etmemişler.Onlar da 1880lerde toprak damlı kerpiç evlerinin kapılarını, merteklerini söküp aşağıya taşınmışlar. Mengücek Kalesi o günden beri baykuşların, sürüngenlerin yurdudur
- W.F. Ainsworth, Travelsand Researches in Asia Minor…II, Londra, 1842, s.8,
- V.W. Yorke, “A Journey in the valley of the Upper Euphrates” Geographical journal, 1896 VIII, s.453
- Sivas (Divriği) Şer’iye Sicilleri, no 78,s.115; BOA, Cevdet (Belediye) sıra no 4826
- BOA, Mühime D. No1, s 188; no 5, s58; no 79/1, s1-2 vd.