
MENGÜCEK PAYİTAHTI DİVRİĞİ
NECDET SAKAOĞLU
Evrensel Kültür Mirası: Ahmed Şah- Turan Melek Külliyesi
UNESCO Kültür Komitesinin 1985’te belirlediği ilk “Dünya Kültür Mirası” listesinde Türkiye’den seçilen 3 varlıktan (diğerleri İstanbul Tarihi Yarımada ve Kapadokya) biri Divriği Ahmed Şah Turan Melek Külliyesi’dir. Dünya genelindeki ilk tescil listesinde bu eser 144. sırada yer almıştır
İspanya’daki Elhamra’dan (14. yy) Hindistan’daki Tac Mahal’e (17. yy) uzayan İslam uygarlıkları eksenindeki en eski ve onlar kadar değerli Divriği Külliyesi, kendi kültürümüzün ve İslam dünyasının şaheseridir. 13. yüzyılda Türk mimarlık- yontu sanatlarında ulaşılan düzeyi temsil eder. Anadolu Selçuklu çağından özgün yapısıyla korunabilmiş tek anıt eseridir.
Divriği Külliyesinin ana yapı durumundaki Cuma Mescidi bölümünü Ahmed Şah’la annesi Fatıma Hatun, Daüşşifa bölümünü de Erzincan Meliki Behram Şah’ın kızı Melike Turan Melek yaptırmışlardır. Darüşşifanın camiye bitişik bir mekânı sonradan türbeye çevrilmiş ve buraya şehitlik denilmiştir. Buranın ayrı kitabesi yoktur. Ahmed Şah’ı, kale ve cami kitabelerden, vakıf kayıtlarından tanınıyor ve Alaeddin Keykubad’ın çağdaşı olduğu öğreniliyor. Büyük sultanla bu küçük melikin arasındaki daki dayanışma ve dostluk, kitabe yorumu ve figüratif simgelere dayanan bir tahmindir.
Divriği’deki Mengücek eseri, Ortadoğu’nun en görkemli mimarlık anıtlarının ilk sırasında, Anadolu’nun aydınlanma çağını simgeler. Benzerini ya da daha sanatlısını, Selçuklu sultanlarının Konya’da Kayseri’de Sivas’ta yaptıramayışları; bu ayrıcalığı, Divriği melikiyle kuzenine bırakış olmaları, yanıtı verilemeyen tarihsel bir olağan dışılıktır.
1228- 1243 arasında yapılan külliye, kentin o dönemdeki yerleşimine göre hakim bir noktada konumlandırılmıştır. Planları, yüksek kabartma nitelikli ve kozmik şemalı, örgeleri aynen yinelenmeyen, derinlikli bezeme tasarımı, biri diğerinden tamamen farklı yüksek ve şaşırtıcı dört taç kapısı, iç mekânlarının hemen hiç bozulmadan zamanımıza kadar korunmuş olması bakımından İslamî ve evrensel tekliği tartışılmazdır.
Mimarlığıyla da tanınan Selçuklu Sultan Alâeddin Keykubad’ın (1219- 1237) plan ve dekorasyon tasarımlarında katkısı olduğu sanılan külliye, dıştan dört kapılı kitlesel görünümdedir. Dönemsel Selçuklu yapılarına benzemeyen asimetrik bir estetik yansıtır. Bölgenin sarımtırak kırmızı hareli bir taşından inşa edilmiştir. 64×32 m boyutlu 2048 m2 ortak temel üzerinde yükselir. İki ana bölümden cami, külliye alanının 5/8’ini (:32×40 m1280 m2); Darüşşifa 3/8’ini (:24×32 m 768m2) kapsar. Caminin taban- tonoz yüksekliği ortalama 9,5 m; içeriden 18 m olan mihrap kubbesinin dış külahı zeminden 25 m yüksekliğindedir. Cami, uzunlamasına 5 sahın olup 16 taş sütuna basan kemerlerle 24 tonozludur. Darüşşifa, kubbe fenerlidir. Dört sütunlu ve yüksek kemerli orta sahın ya da iç avlunun çevresinde eyvan ve hücre taksimatı vardır. Batı ve güney cephesi iki katlıdır.
Külliyenin anıtsal taç kapılarından, caminin kıble (cümle) kapısının yüksekliği 14,5m eni 11,5 m, derinliği 4,5 mdir. Bu büyük hacmin cepheden taşıntılı yüzeyleri ve kapı nişi çoğu örgeleri yontu karakterinde veya yüksek kabartma girift kozmik bezemelerle doludur. Batıya açılan çıkış kapısının yüksekliği 9,5 eni 6 m derinliği 2,6 m.dir. Selçuklu üslubunda ve yüzeysel bezemelidir. 6x4x1,5m ölçüsündeki Taht (doğu) kapısı, yüzeysel yalın bezemelidir. Darüşşifanın batıya bakan taç kapısı Caminin kıble kapısıyla eşit ölçülerde demet sütunlarla derinlik kazandırılmış daha sade ve kolay okunabilir sanatsal yorumlar yansıtır. Yüksek bir eyvan görüntüsü veren kapı nişinde, hayatağacı biçiminde bir denge taşının ikiye ayırdığı üst kat divanhanesinin penceresi vardır.
Caminin batı kapısının yan cephelerindeki mukarnaslı nişlere işlenmiş tek ve çift başlı stilize kuş kabartmalı kartuşlar; Darüşşifa taç kapısının kemer ayaklarında konsollara oturtulmuş yüksek kabartma kadın ve erkek büstleri (yüzleri sonradan kazınmıştır) ayak dilimleri arasındaki iki küçük rölyefse simgesel okumalara açıktır.
Anıt eserin mimarları, yontu, kündekâri ve yazı ustaları olan Hurremşah, Hurşad, Ahmed, İbrahim ve Mehmed’in imzalarına, aynı dönemin diğer Anadolu ve Ortadoğu eserlerinde rastlanmaz.
Caminin taç kapısındaki kabartma çiçekli Arapça yazıda : “Yüce Tanrıya yönelmek için bu Cuma camisinin yapılmasını Süleyman Şah oğlu Ahmed Şah 626 (1228) yılında buyurdu. Sultanlığı sonsuz olsun”;
Daha yukarıda kavsara alınlığında yine Arapça “ Halifenin ortağı büyük sultan Keyhüsrev’in oğlu Keykubad’ın saltanat günlerinde”;
Batıya bakan yan kapıda “ Bu mübarek ve büyük caminin yapılmasını Halifenin yardımcısı Süleyman Şah oğlu Ahmed Şah buyurdu 626 (1228) yılının bir ayında önce temel atıldı”;
İçeride minber korkuluğunda da yine Arapça “Bu kutsal minberin dikilmesini âlim ve âdil melik dünyanın ve dinin keskin kılıcı, Halifenin yardımcısı 638 (1240) yılında buyurdu” okunuyor.
Darüşşifa’nın tackapısındaki Arapça kitabede de: “Bu mübarek darüşşifanın yapılmasını kutlu melik Fahreddin Behram Şah’ın kızı adaletli melike Turan Melek, 626 (1228) yılının bir ayında buyurdu” ibaresi vardır..
Şu halde her iki yapı ortak – bütünleşik bir tasarımın iki ana öğesi olarak aynı zamanda yapılmıştır.
Darüşşifa taçkapısının kemer ayaklarındaki, yüzleri sonradan kazınmış “şah” (?) “melek” (?) büstleri; ayağın dilimleri arasına gizlenmiş daha küçük iki rölyef; caminin çıkış kapısının yanlarındaki mukarnaslı nişlere görülen çift başlı, tek başlı kuş figürleri için önerilen Ahmed Şah-Turan Melek’i benzetmeleri ve kimi halk söylenceleri inandırıcı olmaktan uzaktır.
Bu noktada, külliyenin 2/3’ü Ulucamiyi Ahmed Şah’ın; 1/3’ü Darüşşifa’yı Behram Şah kızı Turan Melek’in yaptırmış olmaları; bu ikili arasında, beş kuşak yukarıda buluşan soy bağı dışında; onları ortak bir külliye yapımına yönlendiren ikinci bir güçlü bağ ya da neden elbette vardı. Yalınkat söylemlere göre karı koca idiler. Çok zengin sultanların göze alabileceği bu iddialı ve çok pahalı projeyi küçük bir kentte yaptırmaya yönelten ilişki ve inanılmaz servet bilinmediği gibi, Erzincan Melikinin kızının Divriği’deki konumu da bilinmiyor.
Turan Melek, Divriği meliki II. Süleyman’ın zevcesi, Ahmed Şah’ın annesi yahut ;Ahmed Şah’ın eşi miydi?.. Ulucami Vakfiyesinde Ahmed Şah’ın annesi Fatıma Hatun’dur. Vakfiyenin yazımında Turan Melek için İslamî bir ad (Fatıma) gerekli görülmüş olabilir mi?… Daha olası durum; Turan Melek babası Behram Şah’ın sağlığında veya ölümünden sonra veya kardeşi Davud’un Erzincan’daki egemenliğinin kapanması üzerine Divriği’ye göçmüş, kişisel servetiyle Ahmed Şah’ın külliye projesine ortak olmuştu?
Keykâvus’un Keykubad’ın, benzerini Konya’da, Kayseri’de, Beyşehri’nde yaptırmadıkları, sanatsallığına olağanüstü ağırlık verilmiş böylesine iddialı bir komplekse, o günkü Divriği’de gereksinim var mıydı? İkinci bir sorudur. Daha başka sorular: Finansman kaynağı ve paylaşımı; külliyenin bütünselliğine karşın iki ayrı vakıf tesisi; yapım işini üstlenen gizemli sanatkârlar; külliyenin ilk bakışta fark edilmeyen bezeme eksikliklerinin nedeni; daha da önemlisi yaptıranların ve yapan sanatkârların, adlarına ve izlerine bir daha rastlanılmayacak biçimde kayboluşlarıdır.
Divriği Külliyesinin taş kartuşlara işlenmiş usta imzaları da yalınlıklarına karşın şaşırtıcı ikilemler yansıtıyor: Bir kez, bu imzalara niçin geleneğe uyularak taçkapılarda yer verilmemiş; iç mekânlarda, gözlerden kaçırılan yüksek noktalar tercih edilmiştir?.. İkincisi sorun, Ulucami’deki “Hurremşah” ile aynı tarihli Darüşşifa’daki “Hurşad” imzalarını bir okumak, iki eseri de Hurremşah savını sürdürmektir. Oysa ad yazımları bir yana iki yapının üslubu da farklıdır.
Ulucami’de mihrap kubbesini taşıyan kemerlerden batıdakinin kilit taşı üstünde “Amel-i Hurremşah bin Mugîs el Hılâtî”( Ahlatlı Mugis’in oğlu Hurremşah yaptı);
Darüşşifa’da ise büyük eyvanın arka kemerinin altındaki iki parçalı kartuşta “Amel-i Hurşâd Ahlatî” (Ahlatlı Hurşâd yaptı) okunuyor.
“Hurremşah” ve “Hurşad” yazımları nettir. Bu iki Farsça bileşik sözcükten “Hurrem” (şen, sevinçli),”Hur-şâd” (mutlu cennet hurisi) anlamındadır.
Divriği külliyesinde bu imzalar dışında: Caminin doğu cephesindeki taht kapısında “Amel-i Ahmed”(?) (Ahmed yaptı); içeride abanoz minberin doğu yüzeyindeki göbek kartuşunda “Amel-i Ahmed bin İbrahim el-Tiflisî” (Tiflisli İbrahim’in oğlu Ahmed yaptı); batı yüzeydeki bir gergi kuşağında, minberdeki kabartma hatları yazan “Kâtip Ahmed”, kıble duvarındaki yazı kuşağında “Ahmed bin Mehmed, minare kaidesindede16 Yüzyıldaki berkitme işinde çalışan “Kâtib İbrahim bin Ahmed” künyeleri okunmaktadır..
Divriği Külliyesini yücelten Ahlatlı, Tiflisli sanatkârlar, gerçi imzalarıyla saptanıyor ve 12. ve 13. yüzyıllarda Anadolu kentlerinde yapılan mimari eserlerin hiçbirinde bu kadar imza da yoktur. Buna karşılık onlardan birinin, ne Anadolu’da ne de Ortadoğu’da, ikinci bir imzalı yapısı yoktur.
Sonuç olarak: Divriği’deki mucizevi şaheseri, sanatsal eşsizliği, gizemleri; kapılarında, kubbe- tonoz örgelerinde, duvar yüzeylerinde “bir anda, beklenmedik bir nedenle iş bırakılmış” izlenimi veren ama bir bakışta fark edilmeyen “yarım kalmış bezemeleriyle” sekiz asırdır korumuş olmak ayrı bir mucizedir.
Buna karşılık, bu kadar narin ama iyi korunmuş şahesere, bilim ve teknoloji çağı 20. Yüzyılda reva görülen kaba müdahaleler, salt teknik açıdan etik açıdan da araştırılacakl asıl sorundur. Külliyenin, bütün zamanların en ağır tahribatını son 50 yılda yaşadığı da inkâr edilemiyor.